ON YARGI, PEŞİN HÜKÜM KÖTÜDÜR

Bedir savaşında bir esir, müslümanların eline düştüğünde, Ömer İbn-ul´Hattab Resûlüllah´a (s.a.v.) yaklaşıp: Ya Resûlellah! Bırak, Süheyl İbn Amr´ın ön dişlerinden iki­sini sökeyim de, bir daha senin karşına dikilen bir hatip olamasın…» dedi. Yüce peygamber [s.a.v.) ona şöyle cevap verdi: « Hayır, ya Ömer! Ben hiç kimsenin vücudunu ayıplı hale getiremem. Peygamber de (s.a.v.) olsam, Allah beni aynı hale getiriverir!.» Resûlüllah (s.a.v.) sözüne şunu da ilâve etti: « Ömer! Umulur ki Süheyl, yarın seni memnun edecek bir duruma gelir!. Günler geçti… Peygamber´in (s.a.v.) verdiği haber doğru çıktı.., Kureyş´in en büyük hatibi Süheyl İbn Amr İslâm hatipleri arasın­da büyük bir hatip haline geldi… İnatçı müşrik, Allah korkusuyla ağlamaktan gözleri görmez hale gelen tövbekar bir mü´mine dönüştü!… Kureyş´in önemli liderlerinden ve ordu komutanlarından olan bi­risi Allah yolunda savaşan iyi bir savaşçıya, belki Allah, geçmiş gü­nâhlarını bağışlar diye, ölünceye kadar cihanda devam etmek üzere, kendi kendine söz veren bir savaşçıya dönüştü!,.. Bu inatçı müşrikle muttaki ve sehîd mü´min kimdi acaba?. İşte bu Süheyl İbn Amr´dı… O, Kureyş´in ileri gelenlerinden hakimlerinden (hikmet sahibi), akıl ve görüş sahiplerinden birisiydi… Kureyş´in Hudeybiye yılında Peygamber´i (s.a.v.) Mekke´ye gir­mekten vazgeçmeye ikna.etmesi için görevlendirdiği kimse de o idi. Hicretin 6. yılının sonlarında Resûlüllah (s.a.v.) ashabıyla birlikte Ka´be´yi ziyaret etmek ,savaşmak niyetiyle değil herhangi bir sa­vaşa hazırlanmaksızın bir umre yapmak için Mekke´ye doğru yola çık­tılar… Kureyş onların Mekke´ye doğru hareket ettiklerini öğrenince yol­larını kesmek ve yönlerini değiştirmek için yola çıktı… Durum gerginleşti, sinirler bozuldu… Peygamber {s.a.v.) ashabına: « Kureyş bugün beni sıla-i rahim (akrabaya ilgi göstermek) is­tedikleri bir plânı uygulamaya çağırmıyor ki, ben onlara bu imkânı verebileyim…» dedi. Kureyş elçi ve delegelerini Peygamber´e (s.a.v.) gönderiyorlar, Peygamber (s.a.v.) de onlara savaş için gelmediğini, sadece Ka´be´yi ziyarete geldiğini söylüyordu… Delegelerden birisi Kureyş´e dönüyor, ama arkasından daha inat­çı ve ikna gücü daha fazla birisini gönderiyorlardı. Nihayet Urve İbn Mes´ûd es-Sekafîyi seçtiler. Urve onların en güçlüsü ve en akıllısıydı… Kureyş, Urve´nin Peygamber´i (s.a.v.) geri dönmeye ikna edebilece­ğini zannediyordu. Fakat o da hemen dönüp onlara şunu söylüyordu. « Ey Kureyş topluluğu! Ben Kisra´mn, Kayser´in ve Necâşî´nin saraylarına gittim… Ben nice hükümdarlar gördüm. Muhammed´e (s.a.v.) ashabının hürmet ettiği gibi, milleti tarafından hürmet edilen hiçbir hükümdar görmedim. Ben onun etrafında Muhammed´î (s.a.v.) asla teslim etme­yecek bir topluluk gördüm… Bu konuda düşünseniz iyi olur!…» O zaman Kureyş, çabalarının fayda vermediğine kanaat getirip durumu karşılıklı olarak görüşmeye ve anlaşma yapmaya karar verdi. Bu önemli mesele için en uygun liderlerinden birini seçti. Bu Süheyl İbn Amr´dı… Müslümanlar, Süheyl´in geldiğini görüp onu tanıdılar. En sonun­da Süheyl´i gönderdiklerine göre, Kureyş´in anlaşma ve barış yolunu tercih ettiğini anladılar… Süheyl Resûlüllah´ın (s.a.v.) önüne oturdu. Barışla son bulan uzun bir konuşma cereyan etti… Süheyl Kureyş lehine çok şey kazanmaya çalıştı… Bu konuda ona, Resûfüllah´ın (s.a.v.) karşılıklı görüşme ve barışı sağlayan asîl ve şe­refli toleransı yardımcı oldu… Günler geçip gitti.,. Nihayet hicretin sekizinci senesi geldi… Ku­reyş Resûlüllah´la (s.a.v.) olan anlaşmasını bozduktan sonra Peygam­ber (s.a.v.) ve müslümanlar Mekke´yi fethetmek için çıktılar. Muhacirler dün zorla çıkarıldıkları yurtlarına geri dönmüşlerdi… Hem de onları Medine´de bağırlarına basan ve kendilerine tercih eden Ensar´la birlikte dönmüşlerdi… Gökyüzünde muzaffer bayrakları dalgalanarak İslâm´ın tümü dön­müştü… Mekke bütün kapılarını açmıştı… Müşrikler şaşkın şaşkın bekliyorlardı… Daha önce, öldürmek, yakmak, işkence etmek ve aç bırakmak suretiyle müslümanlara her türlü zulmü reva gören kişiler olarak, on­ların sonlan acaba bugün nasıl olacaktı!.. Merhametli Peygamber (s.a.v.) onları, bu küçük düşürücü duy­guların baskısı altında uzun süre bırakamazdı. Müsamahakâr ve yumuşak bir şekilde onların yüzlerine baktı. Merhametli sesinin tonundan şefkat ve yumuşaklık saçarak onlara: « Ey Kureyş topluluğu: Benden ne umarsınız, size nasıl davranacağımı tahmin edersi­niz» dedi. . Bunun üzerine dün İslâm´ın düşmanı olan Süheyl İbn Amr iler­ledi ve cevap verdi: « Hayır umarız, kerem sahibi kardeş ve kerem sahibi kardeş oğlu!» Allah´ın sevgilisinin dudaklarından nurdan bir gülümseme par­ladı ve onlara: « Gidiniz… Siz tuleka’sınız [serbestsiniz)!… Muzaffer Peygamber´in [s.a.v,) bu sözleri, duyguları canlı bir in­sanı itaat, utanma ve pişmanlıktan eritmemesi mümkün değildi… Aynı anda, asalet ve yücelik doîu bu tavır Süheyl İbn Amr´ın bütün duygularını harekete geçirdi ve âlemlerin Rabbi Allah´a teslim oldu. Onun o andaki ınüslümanhği kadere teslim olan yenik bir adamın müslümanlığı değildi… Aksine?´daha sonra geleceğinin onu açıklayacağı gibi Muham-med´in (s.a.v.) büyüklüğünün ve onun prensiplerine uygun olarak, ha­reket ettiği, bayrağını ve sancağını müthiş bir sevgiyle taşıdığı dinin büyüklüğünün üstün gelip esir ettiği bir kişinin müslümanlığıydı!… Mekke´nin fethi günü müslüman olanlara «Tuleka» adı verilmiş­tir. Yani Peygamber´in [s.a.v.) affının onları müşriklikten İslâm´a nak­lettiği kimselere bu ad verilmiştir. Çünkü Peygamber [s.a.v.) onlar hakkında şöyle demişti: « Gidiniz, siz Tuleka’sınız [serbestsiniz).» Ancak bu Tuleka´dan bir grup sağlam ihlâslarıyla bu çizgiyi aşıp onları Peygamber´in ashabı arasındaki ilk saflara yerleştiren fedakâr­lık, ibâdet ve temizliğin en son noktasına çıktılar. İşte bunlardan bîri Süheyl İbn Amr´di… İslâm onu yeniden işledi… Allah´ın verdiği ilk özelliklerini parlattı ve onlara ilâvelerde´bu­lundu. Sonra onların hepsini hakkın, iyiliğin ve imanın hizmetine verdi… Onu birkaç kelimeyle tarif ettiler: «?- Cömert, namazı, orucu, sadakası, Kur´ân, okuması ve Allah korkusundan ağlaması çok olan!.» İşte bunlar Süheyl´in yüce vasıflarıydı… Onun daha önce değil de, Mekke´nin fethedildiği gün müslüman olmasına rağmen, müslümanlığında ve imanında bütün ruhunu saran bir derecede samimi olduğunu, bir âbid, zahid, Allah ve İslâm yolun­da cihâd eden bir fedaiye dönüştüğünü görüyoruz… Peygamber [s.a.v.) Rafîk-i A´lâ´ya kavuştuğunda, haber Mekke´ye ulaşır ulaşmaz ?o gün Süheyl oradaydı? Medine´deki müsjümanla-rı saran karışıklık ve şaşkınlık oradaki müslümanları da sarmıştı. Medine´nin şaşkınlığını Ebü Bekir (r.a.) hemen şu kesin sözleriy­le dağıtmıştı: «? Kim Muhammed´e (s.a.v.) tapıyorsa, şüphesiz Muhammed [s.a.v.) ölmüştür. Kim Allah´a tapıyorsa, şüphesiz Allah Hâyy´dır diridir. O, ölmez…» Süheyl´in, Mekke´de, Hz. Ebû Bekir´in Medine´de takındığı tavrın aynısını aldığını görünce bizi bir hayret alacaktır. Orada bütün müslümanSarı toplayıp etkili sözleriyle onları şa­şırttı. Onlara diyordu ki: Muhammed [s.a.v.) Allah´ın gerçek elçisiydi. O emaneti yerine getirmeden ve risâleti tebliğ etmeden ölmemiştir. Mü´minlerin ona karşı vazifeleri onun yolunda yürümeleridir. Süheyl bu tavrı, doğru sözleri ve sağlam hnanıyla, Peygamber´in (s.a.v.) vefat haberi gelince Mekke´deki bazı kimselerin imanını sök­mek üzere olan fitne- ortadan kalktı. O gün, daha önce Peygamber´in (s.a.v.) verdiği haber tam manâ­sıyla ortaya çıkmıştı. Bedir´de esir olduğunda Süheyl´in ön dişlerinden ikisini sökmek için izin isteyen Ömer´e: «? Bırak onu, belki o bir gün seni memnun edecek hale gelir…» demişti. O gün, Süheyl´in Mekke´de takındığı tavır ve kalplerdeki imanı sağlamlaştıran güzel konuşması Medîne´deki müslümanlara ulaşınca, Ömer İbnu´l-Hattâb Resûlüllah´ın (s.a.v.) verdiği, haberi hatırladı ve uzun süre güldü. İşte şimdi, İslâm´ın, Ömer´in (r.a.) sökmek istediği Süheyl´in dişlerinden faydalandığı gün gelmişti!… Süheyl, Mekke´nin fethedildiği gün müslüman olup imanın tadını alınca kendi kendine şu sözü verdi: _ “?Vallahi, müşriklerle birlikte yaptıklarımın aynısını müslüman-larla da yapacağım…-Müşriklerle birlikteyken yaptığım harcamaların aynısını müslümanlarla birlikteyken de yapacağım. Umulur.ki, bu du­rumum birbirini takip eder!… O, müşriklerle birlikte uzun zaman putlarının önünde durmuştu… Şimdi de mü´minlerle birlikte tek oian Allah´ın huzurunda saatler­ce duruyordu. Böylece namaz üstüne namaz kılıyordu. Oruç üstüne oruç tutuyordu… Ruhunu yücelten, Rabbînden gelen bütün ibadetlerden tam bir haz duyuyordu… Dün İslâm´a karşı düşmanlık ve savaş yerlerinde müşriklerle bir­likle böyle duruyordu. O, şimdi, Allah´tan başkasına ibadet eden Acem´in ateşini Hakkın birlikleriyle söndüren ve orada ateşe tapan milletlerin sonlarını ya­kan, yine Hakk´m birlikleriyle Bizanslıların ve Acemlerin zulmünü so­na erdiren keime-i tevhidi her yerde yayan yiğit bir asker olarak İs­lâm ordusundaki yerini alıyordu… Öyleyse, müslüman ordularıyla birlikte, savaşlara katılmak üze­re Suriye´ye gitti. Yermûk müsiümanların katıldığı şiddetli ve.tehlikeli bir savaştı… Süheyl İbn Amr sevinçten nerdeyse kanatlanıp uçacaktı. Günkü, o şiddetli günde cahiliye ve müşriktik hatalarını, kendileriyle sileceği şeyleri bizzat yapabilmek için bu fırsatı bulmuştu O vatanını kendini unutturacak bir sevgiyle severdi… Buna rağmen, Suriye´de müslümanlar galip geldikten sonra vata­nına dönmek istemedi. Şöyle dedi: «? Resûlüllah´in (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: Sizden birinizin Allah yolunda bir saat durması, onun için ömrü boyunca amel etme­sinden daha hayırlıdır». Ben ölünceye kadar Allah rızası için sınırlarda bekçilik yapaca­ğım. Mekke´ye asla dönmiyeceğim…» Süheyl sözünü yerine getirdi… Hayatının geri kalanını, göç zamanı gelinceye kadar sınır bekçi si oiarak geçirdi. Ruhu Allah´ın rahmetine hızla uçup gitti…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir